Evet değerli dostlar bu haftaki konumuzun başlığı Kestel’e düğüne gitmek.

‘Kestel’e düğüne gitmek’ yöremize özgü bir halk sözüdür. Bunu elli yaş üstü Alanyalı herkes bilir. Yani ‘ Ağzına, kılığına bakmadan kalburüstü bir yaşam sürdürmeye çalışanlar’ için söylenir. Biraz daha ayrıntılı açıklamaya çalışayım:

Biliyorsunuz bizim kültürümüzde atasözlerinin çok önemli bir yeri vardır. Bu konuda da zengin bir kültür mirasa sahibiz. Hemen her konu hakkında bir söylenmiş bir söz vardır; yeter ki o anda onu bulup yerine koyabilelim.

Bazen öyle durumlar olur ki bir kitabın anlatamadığını veya bir öğretmenin bir saat konuşarak karşısındakilere anlatmakta zorlandığını üç dört kelimelik bir atasözü anlatır.

  Kestel Alanya’nın merkeze yakın eski bir köyü ve yeni mahallesidir. Peki neden Demirtaş değil, Mahmutlar değil, Oba değil de Kestel?

Eskiden düğünler hafta sonu bahçede yapılırdı. Cumartesi ve pazar günü olmak üzere iki gün sürerdi.

Cumartesi kına yakılır, Pazar günü gelin almaya gidilirdi. Koca davul, klarnet başta olmak üzere güçlü bir müzik ekibi olurdu. Yenilir içilirdi. Tabi içip coşan kişilerce havaya doğru silah da sıkılırdı. Zaman zaman yaralanmaya, ölüme kadar veren acı olaylar da yaşanırdı.

İşte o dönem bu tip olayların en yoğun olduğu yer Kestel’di. Bilmişlik taslamak istemem ama her insanın, her yörenin bir karakteristik özelliği olduğuna inanıyorum. Yörenin en bıçkın delikanlıları da Kestel’den çıkardı o dönemde. Böyle olunca da herkes istese de Kestel’e düğüne gidemezdi. Giden bazı şeyleri göze almak zorundaydı. Gidenlerden birinin başına bir olay geldiği zaman da hemen lafı yapıştırırlar ‘Ağzına kılığına bakmaz, Kestel’e düğüne gider’ derlerdi.

Geçmişte olan silah işi ortadan tamamen kalktığı halde, bu söz boyundan büyük işlere kalkışanlar, kendisini dev aynasında görenler için söylenmeye devam ediyor. Böylece bu tip kişilerin hayal kırıklığı yaşamasının da önüne geçilmiş oluyor. Ben böyle yorumluyorum.

Gelelim bu sözün varacağı yere. Neden bu kadar atasözünün içinden bunu seçtim? Konuyu siyasete getirmek istiyorum.

Siyaseti seviyorum. Kimse üstüne alınmasın, hedefimde herhangi bir kişi veya herhangi bir siyasi parti yok. Genelleyerek yazıyorum.

Bir seçim dönemindeyiz. Önce her siyasi partiden aday adayları çıktı. Tabi ki her Türk vatandaşının aday adayı olmak hakkıdır. Olabilir. Ama bu işi galiba sırf spor olsun diye yapmıyorlar. Evet, yasal bir engel yok. Lakin insanların aday adayı olurken kendilerini bir ölçüp tartması gerekmiyor mu? ‘ Aday adayı oldum ama aday olabilir miyim? Siyasi birikimim, siyasi bilincim nedir? Bu yükün altından kalkabilir miyim?’ diye insan bir sormaz mı kendi kendine?

İki kelimeyi yan yana getirmekten aciz. Hiç bir konuda uzman değil. Hayatında toplam 10 kitap okumamış. Hasbel kader vekil olsa mecliste ne yapacak? Yalnızca parmağını kaldırıp indirecek. Bir yasa önerisi hazırlayamaz, önerge veremez, komisyonlarda görev alamaz. Yalnızca parmağını kaldırıp indirecek, Ankara’ya git gel yapacak. Bir de partiden üst düzeyden bir adam ayarlarsa keyfine diyecek yok. Böylelerine Aziz Nesin’in kitabını yazdığı, Kemal Sunal’ın da oynadığı filmin adında olduğu gibi ZÜBÜK denir. Bunlar deyimle YANCILAR oluyor.

Bunlar genellikle işsiz güçsüz takımı veya işi gücü bu olan kişiler. Hemen gözlerine kestirdikleri kişiye ‘Seni milletvekili yapalım. Senden tam milletvekili olur. Benim Ankara’da bizim partinin üst düzeyinde tanıdıklarım var. Listede istediğimiz yeri çok rahatlıkla alırız’ diyorlar. Adam da ‘Aday adayıyım’ dedi mi kurban gaza getirilmiş oluyor. Zaten geriye dönüşü yok aday adayının, ekonomik durumu zaten iyi. Kötü olsa aday adayı olabilir mi? 
 Bu esnada aday adayı olmuş kişilere daha aday bile olmadan başlıyorlar ‘Vekilim, vekilim!’ demeye. Böylece ZÜBÜK veya YANCI havaya sokulmuş oluyor. Artık kurbanın etinden, sütünden, derisinden yararlanmaya başlıyorlar. Tabi ZÜBÜK’ün de ‘Önemli tanıdıkların varsa sen niye aday olmuyorsun?’ diye sormak aklına gelmiyor. Havaya öyle girmiş, gazı öyle almış ki gidiyor tam gaz. Kendini bulunmaz Hint kumaşı, zümrüt-ü anka sanıyor.

Ve liste günü gelip çatıyor. Bir de ne görsün listenin yakınından geçemediği gibi uzağından bile geçemiyor. Moraller bozuk, suratlar asık, başlıyor yukarılara kızmaya. Tabi bay zübük kraldan kralcı. O aday adayından daha çok kızıyor. Bir yandan da altın yumurtlayan tavuğu elinden kaçırmak istemiyor. ‘Bu sefer olmadı ama senin için çok iyi bir tanıtım oldu. Beş sene ne ki gelir geçer. Hatta bu işin erken seçimi de var. Bir dahakine kesin. Sen partiden kopma, parti içinde yeni görevler al’ diyor. Aslında ‘benden kopma, sende para var’ demek istiyor. Oysa bu kişiler 100 defa seçim olsa 101 Cide listeye gene giremezler. Çünkü o kapasite yok. Her şey gibi milletvekilliği de bir kapasite meselesi. Ne yazık ki siyasi partilerimizde bu tip durumlar hep olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Bize de hep ‘AĞZINA KILIĞINA BAKMAZ KESTELE DÜĞÜNE GİDER’ demek düşecektir.

HOŞÇA KALIN, DOSTÇA KALIN!.