Birçoğumuz tarihi sadece milletler mücadelesi tanımı altında savaş ve barış kavramlarıyla tanımaktayız. Halbuki tarihi süreçlerden yeni kuşaklara intikal eden en önemli kalıntı ilmin yeni nesillere yüklediği sorumluluktur. Bu sorumluluğu; düşünürlerin fikri vizyonlarını eşeleyen akımlar gün yüzüne çıkartarak çağın gereğini de ekleyerek kavrayış ve arayışlara yeniden düzenleme hakkı vermektedir. Batı kavramlarında gelişen ideal ile Türk kültürünün vizyonunda yer alan “ülkü” kelimeleri bir amacı, gayeyi, yani davayı ortaya koymaktadır. Devletleşme ve hükümetlerin yapılanma ve icraatları söz konusu akımların rüzgârıyla hayata tutunmaktadır…

Düşünce akımları fikir üretme, ideal ve ülkü yoluna ışık tutmaktadır. Bazı düşünürler dinler tarihi yönünde fikir beyan etmiş, kimi dinlere karşı tez öne sürmüştür. Bu atmosfer “dindar ve ateist” sözcükleriyle ifade edilir. Bir taraf Allah’ın emirlerine uyarken; diğer taraf (acaba doğru mu!?.) sorgulamasını tercih etmiştir. Ancak her kesim ilmin kaynağında Tanrının varlığı bulgusuna erişmiştir. Nihayetinde yaratılış “ruh ve madde” ikilemiyle zihinleri ayrıştırmıştır. Dinler tarihi ise Türk kültürünün kaynağında da görüldüğü gibi maddenin de, ruhun da yaratıcısının tekliğinden hiç ödün vermez. İlahi dinler tarihi bir bütündür. Bu durumda düşünürler “Allah vardır!..” kavramını ortaya atıncaya kadar dinsizlikle suçlanmışlardır…

İnanç dünyası elbette farklı sahalara açılmaktadır. İnançlar hem dünyevî, hem de uhrevi hayata dair bilgi verirken bazı kesimler imanı iktisattan, dünya hayatından koparmak ve ahiret ile kişileri uyutan ilim uzak “din” yaratmak arzusu taşımaktadırlar. Din, ilmin kaynağıdır…

“Ömür” denen dünya hayatında bireylere gidince ötede hesap verilecek makam ve mevkiler nasiptir. Bütün bunların önemlisi ise devlet yönetim biçimlerinde düğümlenmektedir. “Ölüm” ile her şeyin bittiğini düşünenler ile ölümden sonraki hayatın özlemini çekenlerin zihinlerindeki akımların konumları farklıdır. Dionizos’un kılıcı ile adaletin terazisi bunun için önemlidir…

İlmin kaynağına dalarken fikir üreten ve yorumlayan düşünürlerin devlet yapılanmasındaki sahaları başlangıçta madde-ruh kavramından inanan-inanmayan, emek-sermaye, sağ-sol, kapitalizm-komünizm gibi görüşleri ortaya çıkartmış ve sınıf sistemleri içerisinde toplumu çatıştırmayı hak mücadelesi diye tanımlamıştır. Dindar kesimler hep ilahi adalete sığınmıştır...

Batılılar “devlet mi, özel sektör mü” zengin olmalı ikilemesine takılmış, milli Türk ülküsü devletin de, helalinden olmak üzere özel sektörün de gerekliliğini; adaletin tesisi için topyekûn milletin kalkındırılmasına yönelik “millet sektörünün” de hayata geçirilmesini tarih boyu gündeminde tutmuştur. İnanç dünyası, ilahi adalet de buna işaret etmektedir. Bu silsilede düşünce akımları yeni nesilleri zamana yön verecek şekilde uyarmakta, tartıştırmaktadır…