Evet değerli dostlar, konumuz yine deprem. Yirmi bir gündür depremle yatıp depremle kalkıyoruz, deprem yiyip içiyoruz, içimiz dışımız deprem oldu.

Tabi ki hiç kimse depremde göçük altında kalanların, orada ölenlerin, yaralananların, evini barkını kaybedenlerin çektikleri acıyı, ızdırabı anlayamaz. Anladığını söylese de mümkün değil, o acıyı ancak yaşayanlar kadar anlayamaz.

Biz de yirmi bir gündür televizyonda deprem seyrediyoruz, deprem konuşuyoruz, deprem okuyoruz, deprem yiyoruz, deprem içiyoruz, depremle yatıyoruz, depremle kalkıyoruz. İçimiz dışımız deprem oldu.

Bu benim depremle ilgili dördüncü yazım. Konu başlığım da ‘deprem değil örgütlü suç, örgütlü katliam’

Neden böyle bir başlık attım? Hukukçu muyum? Hayır! Lise mezunuyum.

Hukuk deyince benim aklıma kanun, kanun deyince Türk Ceza Kanunu ve ona bağlı olarak cezaevi gelir. Orada edindiğim bilgi ve tecrübelerle yirmi bir gündür gerek televizyonlarda gördüklerimi, dinlediklerimi, gazetede okuduklarımı birleştirip karşılaştırdığım zaman böyle bir başlık atmak zorunlu oldu. Hatta başına ‘taammüden’ (tasarlayarak, planlayarak)  demeliydim. Çünkü bilerek ve isteyerek, planlayarak işlenmiş bir suç.

Nasıl mı?

Yine ceza evindeki tecrübelerime dayanarak yazıyorum: Bir suçun örgütlü olması için suç işleyenlerin iki kişiden fazla olması, örgüt liderinin olması gerekir. Birden fazla mı? Evet belki binden fazla. Örgüt lideri var mı? Evet var. Bir cinayetin katliam olabilmesi için ölü sayısının ikiden fazla olması gerekir. İkiden fazla mı? Dalga mı geçiyorsun belki iki yüz binden fazla, bilen mi var? Taammüden olması için de bilerek isteyerek ve planlayarak olması gerekiyor.

Şimdi vereceğim örnekler de bana göre bunu doğruluyor.

Örnek 1-TV kanalında dinledim.  Japon bir deprem bilimci son imar affı öncesi ”Ben cezaevleriyle ilgili affı anlarım. İnsanlar zaman içinde değişebilir. Hatta pişman olabilir. Fakat kaçak bina çürük beton ne değişir, nede pişman olur!” dedim, ama beni dinleyen olmadı’ diyor.

Bunun gibi onlarca dünya çapında deprem uzmanı profesörün açıklaması, uyarısı var. Bunlardan en önemlisi kurum olarak TMMOB’un iki yıl önce kaleme aldığı, tüm ilgili yerlere ilettiği, direkt olarak Kahraman Maraş ve Pazarcık ilçesini gösteren, depremin şiddetini bile 7,4 ve üzeri olarak belirleyen, adres veren, randevu veren mektubu. Bunun gibi onlarca uyarı var.

Önlem alınmıyor, teşvik ediliyor, af çıkarılıyor. Neden?

Rant, para ve çıkar. Daha az maliyetli düzlük yerlere, tarım arazilerine ruhsat ver. Depremden sonra bile daha çok insan ölsün diye hizmet götürme. Askeri üç gün sonra sahaya sür. Kendi reklamlarını yapmak için diğer kurum ve kuruluşların yardımını engelle. Sonra da çıksın birisi ‘kader desin, birisi ‘Mars’ta olsalar bile öleceklerdi’ desin, birileri çukurun başında on gün göçük altında karanlıkta kalmış zar zor çıkarılan adamın başında ”Tekbir! Allahü Ekber!” diye bağırsın, Diyanet gibi bir kurum ”depremde evlat edindiğiniz çocuklarla evlenmenizde dinen bir engel yoktur” diye fetva versin. Bu hepsinden iğrenç. Bu fetvayı duyduğum zaman televizyon ekranın da gördüğüm yirmi günlükken kimsesiz kalan kız çocuğu gözümün önüne geldi, midem bulandı, lavaboya kendimi zor attım. ‘Yuh be!’ demekten kendimi alamadım.

Otuz dokuz yıllık esnafım, vergi mükellefiyim, o kuruma hakkımı helal etmiyorum.

Değerli dostlar! Tabi ki buralara akşamdan sabaha gelmedik. “Küçüğün rızası var” diyen Adalet Bakanı, ”Bir kereden bir şey olmaz ”diyen, üstelik kadın aile bakanı, halkının yarısına devamlı küfreden bir Cumhurbaşkanı.

Değerli dostlar, cehaletle mücadele insanlık tarihi kadar eskidir. Ve devam edecek. ‘Kader’ diyenler kendi canları söz konusu olunca olağanüstü tedbirler alıyorlar. Yüzlerce koruma, zırhlı araçlar, buradan Amerika’ya giderken kargo uçakla orada bineceği aracı buradan götürmeler.

Evet değerli dostlar! Örgüt var, lider var, katliam var. Yani kısacası gördüğünüz gibi suç var. Şimdilik bir tek ne yok biliyor musunuz? Yürekli bir savcı yok.

Hoşça kalın, dostça kalın!