Konya, Bursa, Edirne, İstanbul ve Ankara…

       Beş güzel şehir, beş payitaht…

       Bu topraklarda bize payitahtlık yapmış, döneminin ilim ve irfan merkezi haline gelmiş olan beş güzide şehrimiz var.

       Diğer şehirleri bir yana koyup payitahtlık şerefine hepsinden önce nail olan Konya’dan bahsetmek istiyorum.

       1100’lü yıllara doğru İslâmiyet ile tanışan Konya, çok kısa bir süre içerisinde bölgeye gelen yeni dinin önemli merkezlerinden birisi haline gelmiştir.

       11. yüzyılın sonlarına doğru Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ün yönlendirmesi neticesinde bazı Selçuklu emirleri Anadolu’ya hâkim olmaya başlamışlar, bunun neticesinde 12. Yüzyıla gelindiğinde Konya; Bağdat, Şam, Semerkand, Tebriz, Nişabur, Tus, Şiraz, Kahire ve Musul şehirleri seviyesinde İslâm aleminin önemli bir ilim merkezi hâline gelmiştir.

       Anadolu Selçuklu Devletinin başkenti olan Konya 13. Yüzyılda İslâm âleminin önemli ilim merkezlerinden birisi olmuştur. Şehir Anadolu Selçuklu sultanlarından Sultan Mesut döneminde başkent olmuş ve kısa sürede pek çok medrese inşa edilmiştir. Sultan Mesut’un oğlu II. Kılıçarslan döneminde Konya ve çevresindeki şehirlerde câmiler, zaviyeler, medreseler ve askerî üsler kurulmuş; buralara İslam dünyasının dört bir tarafından âlimler, tüccarlar ve gaziler gelmeye başlamıştır.

       Sultan Alaaddin her yana haber salarak; “arifler, alimler payitahta buyursunlar gelsinler” demiş, bu davete pek çok alim, arif, fakih icabet etmiştir.

       Alâeddin Keykubad dönemiyle beraber Konya, Anadolu’nun en büyük şehri haline gelmiştir. Şehrin müdafaası ve nizamı için kaleler, surlar onarılıp güçlendirilmiştir. Konya’nın güvenilir, gelişmiş bir şehir olması ve şehirde çok sayıda medrese, tekke, zaviyenin kurulması, âlim ve arifleri cezbetmiştir. Zira buradaki yöneticilerin ilim adamlarına gösterdiği saygı ve onlar için hazırladığı imkânlar alimler ve ariflerin dikkatini çekmiştir.

       Payitaht Konya, mektepleri, medreseleri, müderris ve alimleriyle ilim, irfan yuvasına dönüşmüştür. Zamanın alimleri ilimlerini yaymak, gönüller fethetmek için Konya’ya yerleşmişlerdir. O devirde alimlerden ders almak, feyz almak isteyen talipler de pek çoktur.

      Zamanın alimlerinden Horasanlı Ünsî-yi Mevlevî, Şehnâme isimli eserinde Konya’da Selçuklular zamanında 360 zaviye, 70 hangâh yani büyük tekke, 7 büyük câmi ve 300 tane mescidin olduğunu ifade eder. Bu dönemde çok sayıda cami, medrese, tekke ve zaviye inşa edilmiştir. Şehre o kadar çok alim gelip yerleşmiş ki inşa edilen kurumlara atamalar yapılırken ciddi rekabetler yaşanmıştır.

       Konya Rum hâkimiyeti döneminde sıradan bir şehir iken Anadolu Selçukluları’ nın hâkimiyeti ile beraber yarımadanın en büyük şehri olmuş ve kısa bir süre içerisinde önemli bir ilim merkezi hâline gelmiştir. İslâmiyet doğudan gelen akınlar sâyesinde bölgeye ulaşmış ve buradan gelen din adamları vasıtasıyla bölgede kök salmıştır.

       Meşhur Arap seyyahı İbn-i Batuta, Konya’ya gelmiş ve gördüklerinden şöyle bahsetmiştir: “Konya, gayet büyük bir şehir olup, güzel binalara, sayısız ark ve akarsulara, bağ ve bahçelere sahiptir. Burada ‘kamereddîn’ denilen bir çeşit kayısı yetişir ki aynı şekilde Mısır ve Suriye’ye sevk olunur. Şehrin caddeleri gerçekten geniş, çarşıları da cidden muntazam ve güzeldir. Çarşıda her sanatın erbabı ayrı bir yerde toplanmış bulunmaktadır.”

       Binalardan tatlı su çeşmelerine, meydanlardan sokaklara, hanlardan tarihi medreselere, camilerden türbelere kadar karşınıza çıkan her yapı geçmişin, payitaht günlerinin izlerini taşır.