Hz. Mevlâna tüm yaşamı boyunca insanlığı; iyiye, güzele ve İslam’a doğru yönlendirmeye çalıştı, Allah aşkını yaşadı, yaşamaya teşvik etti.

Asırlarca önce sarf ettiği sözlerin değeri ve doğruluğu insanları halâ kendisine cezbediyor. Günümüzde bile onun sözleriyle kalbimizdekileri keşfettiğimiz olabiliyor.

Ünü ülke sınırlarını aşıp bütün dünyaya yayılan Hz. Pir’in mezarının gizemi ise hala sırrını korumaya devam ediyor.

Konya’da Hz. Mevlana’nın mezar odası ile ilgili bir şehir efsanesi yıllardır anlatılır durur. Sizlere bu şehir efsanesini aktarmak istiyorum lâkin doğru mudur değil midir bilemiyorum. Ben anlatanların yalancısıyım. Hz. Mevlâna’nın mezar odası ile ilgili olarak anlatılan şehir efsanesi şöyledir:

1273 yılının aralık ayında vefat eden ünlü İslam alimi Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin naaşı, İplikçi Camii’nden sadece birkaç yüz metre uzakta olan defnedileceği türbesine sekiz saatte ancak getirilir.

Mevlana’nın naaşı 4 metrelik bir mezar odasına konur. O tarihten sonra ise mezar odasına bir kişi hariç kimse inmez.

Anlatılanlara göre ise Sultan IV. Murad, Mevlana’nın türbesini ziyarete gelir ve bu sırada mezar odasının içini çok merak eder. Girmek istese de Mevlevi büyükler tarafından buna karşı çıkılır ve girmesi engellenir.

Merakına yenik düşen IV. Murad ağzı açık olan mezar odasının içine tespihini bilerek düşürür. Bu tespihi almak için yedi yaşındaki bir kız çocuğunun mezar odasına indirilmesine karar verilir. Sonrasında ise kız çocuğu mezara iner. Çıktıktan sonra ise garip bir şekilde dili tutulmuştur.

Buna sebep olarak ise iki iddia ortaya atılır. İlkine göre odadaki karanlık yüzünden korkup çocuğun dilinin tutulduğudur. Diğer iddiaya göre ise eski Türkler’de adet olduğu üzere Hz. Mevlana’nın naaşı mumyalandığı için kız çocuğu orada yatan Hz. Mevlana’yı görünce dilinin tutulduğudur.

Sonrasında ise bu mezar odasına kimse bir daha girmeye cesaret edemez. Ta ki 300 yıl sonraya kadar. Şöyle ki:

Mevlâna Müzesi’nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken mezar odasını düşünmektedir. Müze müdürü bu mezar odasını acayip merak etmektedir. Girip ne olduğuna bakmaya karar verdiğinde ise birden kapı çalınır. İçeri müzede odacı olarak çalışan Mevlevi dedesi girer.

Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul eden Mevlevi büyüğü tüyler ürperten şu cümleyi kurar:

“Sakın oraya inmeyi düşünmeyin.”

Ancak bu uyarı müdürü kararından vazgeçirmez. Merakının adeta esiri olan müdür, mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir. Halıyı kaldırıp kapağı açacağı sırada bir adam haykırarak odaya dalar, telaşla bağırır:

“Müdür Bey, yetiş evin yanıyor!”

Yusuf Akyurt eve varıncaya kadar evi çoktan kül olur. Bunun hemen sonrasında ise eline, başka bir ile tayin edildiğine dair bir telgraf tutuşturulur. Yusuf Akyurt pişman olmuştur ancak iş işten geçmiştir.

Müze müdürü Yusuf Akyurt açısından bu kötü olaylar zinciri bununla da bitmez. Hemen sonrasında ise oğlunu trafik kazasında kaybeder. Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya’ya döner.

Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlâna Müzesi’ne giden Yusuf Akyurt, sandukanın başında ellerini açıp yüksek sesle yalvarmaya başlar:

“Yetmedi mi? Affet artık!”

Hz. Mevlâna’nın mezar odası yüzyıllardır hala gizemini korumaya devam etmektedir.