Sözlü halk kültürümüz bünyesinde efsaneleşen bolca aşk hikayeleri barındırır. Bu aşk hikayeleri dilden dile, nesilden nesile aktarıla aktarıla adeta efsaneleşmişlerdir.

     Dinlemekten, okumaktan zevk aldığımız efsanelerin ortak noktası, sevenlerin birbirine kavuşamaması, sevdaları uğruna deli divaneye dönmeleri veya canlarını feda etmeleridir.

     Tıpkı Kerem ile Aslı gibi, Tahir ile Zühre gibi, Leyla ile Mecnun gibi…

     Sizlere birbirini seven, sevip de kavuşamayan, sevdaları uğruna canından olan Emine ile Hasan’ın hikayesini, bilinen adıyla Hasanboğuldu efsanesini anlatmak istiyorum.

     Sabahattin Ali, yörede anlatılan bu trajik hikâyeyi dinlemiş ve ona edebi bir form kazandırarak öyküyü ölümsüzleştirmiştir.

     Beyazperdeye de aktarılan hikâye, 1990 yapımı, Orhan Aksoy’un çektiği “Hasan Boğuldu” filminde konu edilmiş, başrollerinde Hülya Avşar ve Yalçın Dümer oynamıştır.

     Hikâyenin adından da anlaşılacağı üzere ne yazık ki mutlu sonla bitmez bu aşk.

     Akçay’a yaklaşık on km. uzaklıkta Kızılkeçili Çayı üzerinde Sütüven Şelalesi, biraz ilerisinde de Hasan Boğuldu Şelalesi ve Göleti bulunur. Kaz Dağları Milli Parkı içinde yer alan Hasanboğuldu, kayaların arasına dolan suların havuz haline dönüştüğü doğal bir gölettir. Hasan ile Emine’nin pazarda başlayan aşk hikayesi burada noktalanır.

     Ağaçlarla kaplı şelale alanına ilk girdiğinizde Sütüven Şelalesi karşılıyor sizi. Tepeden akan suyun aşağıda oluşturduğu gölet, Hasan Boğuldu Şelalesi’nden daha sığ ve tabii ki yine tertemizdir. Hasan Boğuldu Şelalesi’ne ulaşmak için biraz daha yürümeniz gerekiyor. Ormanın manzarasını izlerken yol şıp diye bitiveriyor zaten.

     Hikayesi ile hüzne boğan bu şelale, görüntüsüyle ise tam anlamıyla güzelliğe doyuruyor insanı.

     Gölete adını veren hikâye kısaca şöyledir:

     Kaz Dağları’nın zirvesinde bulunan Beyoba Köyü’nde yaşayan Emine ile ova köyü olan Zeytinli ’den Hasan’ın pazarda birbirlerini görmesi ve âşık olması ile başlar Hasan Boğuldu Şelalesi’nin hikayesi.

     1800'lü yılların sonlarında da Edremit pazarı çarşamba günleri kuruluyordu. Yörenin tüm köylüleri çarşamba günleri Edremit'e gelir malını satar, ihtiyacını alırdı.

     Kazdağları’nın 1500 metre yüksekliğinde, Sarıkız zirvesinin eteğinde kıl çadırlarından kurulu Yörük obasının güzel kızı Emine de böyle bir çarşamba günü Edremit pazarına iner ve Zeytinli Köyü'nün yakışıklı delikanlısı Hasan ile göz göze gelir.

     Sevdalanan iki genç her çarşamba günü buluşmaya başlarlar. Emine beş saatlik yoldan getirdiği sütü, peyniri, balı Hasan'a verir, bahçıvan olan Hasan'dan ihtiyacı olan sebzeyi alırdı. Pazar dönüşü birlikte Zeytinli Köyü'ne kadar yürürler, Emine oradan ayrılır ve daha dört saat sürecek olan zahmetli dağ yolundan obasına dönerdi.

     Zaman içinde gençler evlenmeye karar verirler. Hasan'ın içgüveysi olarak obaya gitmesi gerekir. Onu babasız büyüten annesi oğlunun mutluluğu uğruna yalnız kalmaya razı olur. Emine'nin ailesi ise bu evliliğe karşı çıkar. Oba Yörük obası, Emine de Yörük kızı. Aile, Hasan'ın zor doğa şartlarına dayanıp dayanamayacağını sınamaya karar verir. Sınav başarılı olursa daha önce Emine'yi istemiş olan obanın gençleri de yiğitlik gösteren Hasan'ı kabulleneceklerdir.

     Hasan annesi ile helalleşir, anlaşma gereği 40 okka (yaklaşık 60 kilo) tuz dolu çuvalı sırtlanır ve Emine ile obaya doğru yola çıkarlar. Önlerinde dört saatlik zorlu bir dağ yolu vardır. Bir saat sonra Beyoba Köyü'ne varırlar. Tuz Hasan'ın sırtını yakmaya başlar. İkinci saatte şimdiki Sütüven Şelalesi'ne ulaşırlar. Yol dere içinde kaybolmuş ve sırtında tuz çuvalı ile taştan taşa atlamak da Hasan'ı yorduğu için dizleri titremeye başlar. Gökbüvet'e geldiklerinde Hasan güçsüz kalarak yere düşer. Emine çaresizlik içinde Hasan'ı yüreklendirmeye çalışır ancak Hasan ayağa kalkamaz. Hasan, Emine'ye yalvarır, başka yerlere kaçmayı teklif eder. Emine ise ailesine ve obasına söz verdiği için Hasan'ın yakarışlarına kulak asmaz ve çuvalı sırtlayarak obanın yolunu tutar. Hasan ise ardından "Beni bırakma, senin köyüne gelemiyorum, köyüme de dönemem" diye acı acı haykırır. Emine derenin uğultusuna karşın Hasan'ın umutsuz çığlıklarını sürekli duyar. Obaya vardığında çok pişman olur ve geri dönmek ister ancak ailesi gece vakti onu ormana bırakmaz.

     Sabahın ilk ışıkları ile Emine, Gökbüvet'e koşar ancak Hasan orada yoktur. Hasan’ın annesine gider, Edremit'e koşar, sorar soruşturur ancak Hasan'ı Hiç kimse görmemiştir.

     Bir daha obasına dönmeyen Emine kulaklarında Hasan'ın onu çağıran sesiyle dere boyunca mecnun gibi dolaşıp, durur. Günler sonra Hasan'a hediye ettiği çevreyi(yazma) Gökbüvet'in çılgın suları içinde fark eder. "Yanına geliyorum Hasan" diyerek çevre(yazma) ile kendini ulu çınara asar.

     O gün bugün Gökbüvet'in adı Hasanboğuldu, dallarını büvetin suları içine sallandıran ulu çınarın adı da Emine Çınarı olur.