KIZILAY VE DİYANET

Evet değerli dostlar, günlük siyasi gündeme hiç girmeyeceğim. Meral Hanım yaptı yapacağını. Daha şimdiden sonuçlarını da almaya başladı. Depremi bile gündemden düşürdü. ‘Bravo!’,  ‘Aferin!’, ‘Helal olsun!’ demekten başka aklıma bir şey gelmiyor.

Asıl konuma döneceğim. 60’lı yıllarda ilkokula gidiyordum. O zaman ortası delik sarı renkli 2,5 kuruş (iki buçuk kuruş)  vardı. İlkokul öğretmenimiz yine sarı renkli yardım zarflarını bize dağıttı. Kızılay’ın, yardımlarla ayakta duran, bu toplanan yardımlarla ülkemizdeki her türlü felakete koşan, elinden gelen yardımı halkımıza yapan bir kurum olduğunu anlattı.

Zarfları evlerimize götürdük. Ertesi gün herkes ailesinden koparabildiği 1 kuruş, 2 kuruş,  3 kuruşları zarfın içine koyarak öğretmenimize geri verdik. Ben de hiç unutmuyorum ortası delik sarı metal 2,5 kuruşumu koymuştum. Şimdi burada çok yardım sever birisi olduğumu, şuraya şu kadar, buraya bu kadar yardım ettiğimi anlatmak istemiyorum. Elbette yer yer yardım ettiğim kişi ve kurumlar olmuştur. Fakat ne gariptir ki o 2,5 kuruşu bir türlü unutamıyorum. Çocuk oluşumdan mı, paranın ortası delik oluşundan mı bilemiyorum.

Aynı kuruma bir kaç defa kan bağışı yaptığım da oldu.

Her gün bir gazete (Cumhuriyet), haftada ortalama iki kitap okuyan birisi olarak burada ne kadar saf, ne kadar aptal birisi olduğumu da vurgulamak isterim. Çünkü ilkokul öğretmenimin bize Kızılay’ı anlatıp da sarı zarfları bize verdiği günden bu son deprem felaketine kadar Kızılay’ın kutsal bir kurum olduğuna inanmışım. Aklımın kenarından geçmemiş yolsuzluk, hırsızlık.

Hem de tam depremde depremzedeyi müşteri olarak görüp çadır satmak, kan satmak, konserve satmak.

Bir de aile boyu oraya yerleşmişler. Hem maaş hem huzur hakkı alıyorlar. Kendi maaşınızı kendiniz belirleyin. Bu huzur hakkı dedikleri şey nedir biliyor musunuz? Ben de esnafım, bizim odadan biliyorum. Haftada bir gün yönetim toplanır, çaylar içilir, pastalar, börekler, tatlılar yenir. Gırgır, şamata, makara, kakara yapılır ve dağılınır. Bunun için de para alınır. Huzur hakkı işte budur.

Şimdi buradan varacağım yer şu: Kızılay’ımızın geldiği nokta. İnsanlar göçük altında inim inim inlerken Bizimkiler ‘Üç gün daha bekleyelim. O zaman çadır 5.000 den 25.000 çıkar’ mantığıyla beklemişler demek ki. Hala aynı Başkan ve yönetimin orada oturuyor olması beni kahrediyor.

Ah benim 2,5 kuruşum ah, unutamıyorum.

Şimdi bir de Diyanet meselesi var. Değerli dostlar, bu deprem felaketi döneminde Ankara’dan gösterilen tamamen kimsesiz kalmış ailesi tesbit edilemeyen çocukları unutamıyorum. .Bunların için 20 günlük bir bebek de vardı. Eşime ‘Gel bu 20 günlük bebeği evlat edinelim’ dedim. Eşim önceden hazırlıklıymış ‘Sen kaç yaşındasın? Ben kaç yaşındayım? O çocuğun ilerleyen yıllarda peşinden nasıl koşacağız? O zamanlar bizim bakıma ihtiyacımız olacak’ dedi. Tam sıralarda Diyanet’in ‘Evlat edindiğiniz çocuklarla evlenebilirsiniz’  açıklaması beni şok etti. Şerefime yemin ediyorum, midem bulandı, kendimi lavaboya zor attım.

Değerli dostlar bu nasıl bir sapıklık? Bakın ben bir yörük çocuğuyum. Hayvanları tanırım. Hiç bir köpeğin ve kedinin enikle, hiç bir eşeğin sıpayla, hiç bir koçun kuzuyla, hiç bir tekenin oğlakla, hiç bir devenin köşekle, hiç bir öküz buzağıyla cinsel ilişkiye girdiğini görmedim, duymadım. Eğer gören duyan bilen varsa bana söylesin.     Bunları kınamak, ayıp demek, sapık demek bilmem yeter mi?

Biz buralara nasıl geldik? Nerelerden geldik?

Tabi ki bir anda gelmedik. “Küçüğün rızası vardı” diyen Adalet Bakanı’nın, Ensar’ın yurdunda 45 çocuğa tecavüz edilirken ‘Bir kereden bir şey olmaz’ diyen Aileden Sorumlu Bakan’ın (üstelik kadın), bir yurtta yangın merdivenini kilitleyen yurt yöneticilerinin, maden ocağında göçük altında ölen madenciler için ‘Güzel öldüler’ diyen Çalışma Bakanı’nın ve her olay karşısında ‘fıtrat’ veya ‘kader planı’ diyen Cumhurbaşkanı’nın olduğu düzen bizi bu hale getirdi.

Bilmem ki ne demeli? Konuyu nasıl bağlamalı? 20 günlük bebekle ilerde evlenebileceğimi düşünerek onu evlat edineceğim öyle mi?

Başka bir durumda olsam küfrün en alasını sallardım ama burada olmaz.

Değerli dostlar bizim atamız, Cumhuriyetimizin kurucusu GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK “Hayatta en hakiki mürşit BİLİMDİR. Benim siyasi doktrinim yoktur. Benim siyasi doktrinim akıl ve bilimdir. Bir gün eğer bilim ve benim dediğim çelişirse lütfen bilimi seçiniz” diyor.

Tüm bilim karşıtlarına duyurulur.

Hoşça kalın, dostça kalın.